Beni hayatla ilgili farklı düşüncelere iten Emin Alper'in Kız Kardeşler filmi bir arabanın arka koltuğunda küçük bir kızın görüntüsüyle başlıyor. Kuş konmaz kervan geçmez yollardan sonra yıkılmaya yüz tutmuş bir dağ evine gelen kız, yaşlı bir adamın elini öpüp dağ evine girer. Daha sonra tekrar bir kız çocuğu aynı yollardan geçerek aynı yaşlı adamın elini öperek o eve girer. Ve üç kız kardeş bu şekilde bir araya gelir. Yoksulluk sebebiyle şehirdeki ailelerin yanına besleme olarak verilen bu kız kardeşler bir şekilde en başa geri dönerler.
Filmde kız kardeşlerin hapsolmuşluğunu çok net bir şekilde hissedeceksiniz. Bir şekilde yolları tekrar başladıkları yerde birleşen kızların pişmanlıklarının, uzağa olan arzularının onları zaman zaman rekabete sürüklediğini görüyoruz. Fakat bu rekabet sonucunda her defasında birbirlerine ait olduklarını tekrar anlıyorlar. Hayatın, ya başkalarına hizmet etmek amacıyla besleme verilmek, ya da bu dağ evinde hapsolarak yaşamak gibi iki zor seçenekten birinin daha iyi olacağına inanmak kadar acımasız tarafını hissettiriyor.
Film kız kardeşlerin bu dağ evindeki konuşmaları ve tartışmaları üzerine ilerliyor. Fakat filmde çoban, deli, şehirli, muhtar gibi ilginç karakterlerin olması da izleyiciyi bir hayli uyandırıyor. Emin Alper bu tür filmlerde çok fazla tuzağa düşülen mekanın, karakterlerin önüne geçmesi olayını bir hayli dengede tutmuş. Son derece dikkat çeken dağ, taş, orman, köye ait manzaralar çok titiz bir şekilde ekrana yansıtılmış. Artvin gibi şahane manzaralara sahip bir doğada karakterlerin ön planda tutulabilmesi sanırım yönetmenin kabiliyeti denebilir.
Filmdeki karakterlerden en çok beğendiğim ise Çoban Veysel oldu. Veysel'in filme kattığı hava tamamen farklı ve dikkat çekiciydi. Oyunculuğu yaptığı şivelerle sanki gerçekten O köyde doğmuş ve büyümüş düşüncesini kafamda yer ettirdi. Köylülerin sürekli baş eğdiği Şehirli Necati'ye baş kaldırışı beni çok fazla etkiledi. Ayrıca çobanın her şeye rağmen içinde beslediği umut ve saf sevgi hayran olunası bir özelliğiydi. Bu özelliği ile Çoban Veysel kesinlikle direnenlerin sembolüydü. Tüm köylülerinde Veysel'i deli olarak görmesi de bence bunun en büyük kanıtıdır.
Artvin'in bir köyünde bulunan dağ evi hayatı, çıkışı olmayan bir çemberi andırıyor. Hayatın ışıklı caddelerden, kalabalık sokaklardan ve telaşlı insanlardan ibaret olmadığını gösteriyor. Bazıları için hayat her gün duş almak, parfümler sıkmak, sürekli eğlenmek değil. Hayat birçok kişi için ama aslında bazıları için bir andan ibaret, sadece mutlu bir an, bebeğin gülüşünü izlemek, ateş başında sohbet etmek gibi aslında. Film bende sinemadan çıktığımda çok farklı hisler oluşturdu. Umarımbu film sizinde hislerinizde bir telaşa vesile olur.
Filmde kız kardeşlerin hapsolmuşluğunu çok net bir şekilde hissedeceksiniz. Bir şekilde yolları tekrar başladıkları yerde birleşen kızların pişmanlıklarının, uzağa olan arzularının onları zaman zaman rekabete sürüklediğini görüyoruz. Fakat bu rekabet sonucunda her defasında birbirlerine ait olduklarını tekrar anlıyorlar. Hayatın, ya başkalarına hizmet etmek amacıyla besleme verilmek, ya da bu dağ evinde hapsolarak yaşamak gibi iki zor seçenekten birinin daha iyi olacağına inanmak kadar acımasız tarafını hissettiriyor.
Film kız kardeşlerin bu dağ evindeki konuşmaları ve tartışmaları üzerine ilerliyor. Fakat filmde çoban, deli, şehirli, muhtar gibi ilginç karakterlerin olması da izleyiciyi bir hayli uyandırıyor. Emin Alper bu tür filmlerde çok fazla tuzağa düşülen mekanın, karakterlerin önüne geçmesi olayını bir hayli dengede tutmuş. Son derece dikkat çeken dağ, taş, orman, köye ait manzaralar çok titiz bir şekilde ekrana yansıtılmış. Artvin gibi şahane manzaralara sahip bir doğada karakterlerin ön planda tutulabilmesi sanırım yönetmenin kabiliyeti denebilir.
Filmdeki karakterlerden en çok beğendiğim ise Çoban Veysel oldu. Veysel'in filme kattığı hava tamamen farklı ve dikkat çekiciydi. Oyunculuğu yaptığı şivelerle sanki gerçekten O köyde doğmuş ve büyümüş düşüncesini kafamda yer ettirdi. Köylülerin sürekli baş eğdiği Şehirli Necati'ye baş kaldırışı beni çok fazla etkiledi. Ayrıca çobanın her şeye rağmen içinde beslediği umut ve saf sevgi hayran olunası bir özelliğiydi. Bu özelliği ile Çoban Veysel kesinlikle direnenlerin sembolüydü. Tüm köylülerinde Veysel'i deli olarak görmesi de bence bunun en büyük kanıtıdır.
Artvin'in bir köyünde bulunan dağ evi hayatı, çıkışı olmayan bir çemberi andırıyor. Hayatın ışıklı caddelerden, kalabalık sokaklardan ve telaşlı insanlardan ibaret olmadığını gösteriyor. Bazıları için hayat her gün duş almak, parfümler sıkmak, sürekli eğlenmek değil. Hayat birçok kişi için ama aslında bazıları için bir andan ibaret, sadece mutlu bir an, bebeğin gülüşünü izlemek, ateş başında sohbet etmek gibi aslında. Film bende sinemadan çıktığımda çok farklı hisler oluşturdu. Umarımbu film sizinde hislerinizde bir telaşa vesile olur.
Yorumlar
Yorum Gönder